Tarihçe
23 Ağustos 1923’de İsveç’in Stockholm şehrinde Jan Erik Olsson adında bir soyguncu bir bankaya soygun gerçekleştiriyor. Bu soygun sırasında soyguncu üç kişiyi rehin alıyor ve 28 Ağustos’a kadar süren bir rehin alma olayı gerçekleşiyor.
Polis olay gerçekleştikten 3 dakika sonra bankanın önünde oldu ve içeri giren ilk polis soyguncu tarafından yaralandı. Ardından polis soyguncuyla iletişim kurdu ve soyguncu 3 milyon tutarında para ve kapıya da sürat arabası talep etti. Ayrıca cezaevindeki arkadaşının da bankaya getirilmesini istedi. Soyguncunun istekleri yerine getirildi. Soyguncular polisin kuşatmasını kaldırmasını ve o şekilde rehineleri serbest bırakacaklarını söylediler fakat bu istek kabul edilmedi. Altı günlük gergin bekleyişte polisin tutumu tepkiye neden oldu.
Polisi agresif olarak adlandıran halk soygunculara acımaya başladı. Halk soyguncuların rehineleri kaçırsa bile onları öldürmeyeceğini düşündü ve polisin soyguncuların kaçma şansını sıfıra indirmesine sinirlendiler. Ve bu durumda sadece halk böyle düşünmedi. Rehineler de polise tepki gösterdiler hatta soygunculardan çok polisten korktuklarını ifade ettiler. Soyguncularla rehineler arasında iyi bir diyalog olduğu, rehinelerin soygunculara yardım ettiği ve aralarında duygusal bir bağ olduğu ortaya çıktı. Polisin bodrum kata yerleştirdiği mikrofon sayesinde soyguncu ve rehineler arasında tuhaf bir iletişim ve yardımlaşma olduğu ortaya çıktı. Hatta soyguncu ve kadın rehinelerden birinin arasında kendi rızaları ile cinsel ilişki olmuştu. 28 Ağustos da polis içeriye gaz püskürttü ve soyguncular silahları bırakarak teslim oldular (Dikici, 2011).
Bazı rehineler bu kurtarma operasyonuna direnç gösterdi. Hatta bir rehine soygunculara bilgi bile verdi. Olaydan sonra rehineler soyguncuların aleyhinde tanıklık yapmayı reddettiler. Hatta aralarında para toplayıp savunmalarına katkı sağladılar. Ve ayrıca anlatılana göre sonrasında bir rehine nişanlısından ayrılıp soyguncu ile nişanlanmıştı (Dikici, 2011).
Stockholm Sendromu Nedir?
Stockholm sendromu DSM-5 de yer almayan ve resmi bir tanısı olmayan fakat bazı reaksiyonları açıklamak için kullanılan psikolojik bir kavramdır. Stockholm sendromu bireylerin kendilerini zor durumda bırakan ve yıpratan durumlara boyun eğmesi ve kendilerini esir alan kişiye karşı olumlu duygular beslemesidir. Yani Stockholm sendromu yaşayan kişi, bu durumu benimsemekle kalmayıp karşısındakiyle özdeşim kurup onu anlamaya ve savunmaya başlıyor.
Bu kavram zamanla soyguncu ve rehine arasında yaşanan olaydan sıyrılarak daha geniş bir kavram haline gelmiştir. Örneğin mahkum-gardiyan, savaş esiri-düşman asker, ensest birey-ebeveyn, şiddet mağduru eş-kocası ve fahişe-onları pazarlayanlar bu duruma örnektir (Durur, 2022).
Stockholm Sendromunun neden ortaya çıktığı tam belirlenemese de hayatta kalma güdüsünün bu durumun temel motivasyonu olduğu düşünülmektedir. Yani hayati tehlikede olan birey karşı tarafın ona gösterdiği en ufak yakınlıkta ona karşı bir özdeşim kurabilmektedir (Durur, 2022).
Travmatik Bağlanma ile İlişkisi
Travmatik bağlanma mağdurun onu istismar eden kişi ile olan sömürücü ve tutarsız davranışlarını içeren bir bağlanma biçimidir. Mağdura yönelik yapılan şiddet içerikli tutum ve sonrasında gelen iyi davranma tutarsızlığı mağdurun bir bağlanma gerçekleştirmesine sebep olabilmektedir. Mağdurun güvendiği veya bağlanma paterni geliştirdiği biri tarafından işlenen travma, ihanet travması olarak ifade edilmektedir (Akiş & Öztürk, 2021).
Travmatik bağlanmada küçük bir iyiliğe karşı yoğun minnet duygusu, istismarcı kişinin ihtiyaçlarına fazla duyarlılık, istismarcıyı memnun etmeye çalışmak, kendi bakış açısını kaybederek istismarcıya hak vermek ve onu korumak, istismarcıyı kurban olarak görmek ve hayatta kaldığı için istismarcıya minnet duygusu beslemek gibi durumlar oluşur (Stockholm Sendromu, 2021).
Bu durum bazı kaynaklarda tutsaklık olarak belirtilmiştir. Tutsaklık halinde fail bireyin hayatında en önemli kişi haline gelir. Ve birey artık kurban halindedir. Kurbanın psikolojisi failin eylemleri ve inancıyla şekillenir. Fail acımasızca kurbandan saygı ve minnet bekler. Bu duruma örnek olarak rehineler, siyasi mahkumlar, dayak yiyen kadınlar ve köleler verilebilir. Zira şiddet gören bir kadının kaçmasını engelleyen bariyerler genellikle görünmezdir (Herman, 2007).
George Orwell 1984 adlı romanında bu durumu şöyle açıklamıştır:
“Negatif itaatten hoşnut değiliz, köle gibi boyun eğmeden de. Sonunda bize teslim olduğunda, özgür iradenle olmak zorundasın. Sapkın birisini yok etmeyiz, çünkü bize direnir; bize direndiği sürece asla onu yok etmeyiz. Onu dönüştürürüz, zihnini esir alırız, yeniden şekillendiririz. Onu tüm kötülük ve yanılsamalardan arındırırız, bizim tarafa geçiririz; görünüşte değil, hakiki olarak, kalbi ve ruhuyla.”
Lima Sendromu
Stockholm sendromunun tam tersidir. Yani soyguncunun rehineye karşı bir bağlılık göstermesidir. Bu durum 1996 yılında Peru’nun Lima kentinde yaşanan rehine krizinde meydana gelmiştir. Birçok farklı ülkeden insan gerillalar tarafından kaçırılmış ve dört ay boyunca rehin tutulmuşlardır. Bu dört ay boyunca militanlar rehinelere çok iyi davranmış ve sonucunda da birçoğunu serbest bırakmışlardır.
Hazırlayan: İrem KARADURAN
Düzenleyen: Sefa ÖZNE
Kaynakça
Akiş, A. D., & Öztürk, E. (2021). Patalojik Narsisizm: Duygusal İstismar ve "Gaslighting" Perspektifinden Kapsamlı Bir Değerlendirme. Artuklu İnsan ve Toplum Bilim Dergisi, s. 1-31.
Dikici, A. (2011). Polislikte Stockholm Sendromu. Bitlis Akademik, s. 14-16.
Durur, E. K. (2022). Kabullenilmiş Şiddet Olarak Stockholm Sendromu ve Sinema Filmlerinde Stockholm Sendromlu Kadın Temsili. Atatürk Üniversitesi Yayınları, s. 45-48.
Herman, J. (2007). Tutsaklık. Travma ve İyileşme Şiddetin Sonuçları Ev İçi İstismardan Siyasi Teröre (s. 93-95). içinde Literatür Yayınları.
Stockholm Sendromu. (2021, Eylül). DBE: https://www.dbe.com.tr/tr/yetiskin-ve-aile/11/stockholm-sendromu/
Comentários